Mekân
Mekân bir varlık olamaz. Mekân, hiçbir münasebeti bulunmayan
varlıklar arasındaki devingen bir münasebettir. Mekan, kendindelerin,
birbirlerine nispetle bağımsızlığı olarak ve bağımsızlığın “tüm” kendindeye
mevcudiyet olduğu bir varlıkta açığa çıkan, kendindelerin tam bağımsızlığıdır;
varlıklar sanki hiçbir münasebete sahip değillermişçesine, bu münasebeti
dünyaya getiren varlığa görünebildikleri yegane yoldur bu; yani salt
dışsallıktır. Ve bu dışsallık, düşünülen buradakilerden ne birine ne de ötekine
ait olabildiğinden ve ayrıca tümüyle lokal bir olumsuzluk olarak kendi
kendisinin tahripçisi olduğundan, ne kendiliğinden olabilir ne de “oldurulmuş
olması” mümkündür. Kendi için, bütüne ve buradakine ortak mevcudiyet olarak
mekânsallaştırılan varlıktır; mekân dünya değildir, her zaman dış çokluk
halinde dağılarak, bütünlük olarak kavranan dünyanın hareketli
münasebetleridir. Mekân fon da, form da değildir, her zaman formlar halinde
dağılabilen fonun idealliğidir, ne devamsız olan ne de devamlı olandır, devamlı
olanın sürekli olarak devamsıza geçişidir. Mekânın varlığı, kendi-içinin
varlığının olmasını sağlarken varlığa hiçbir şey katmayışının kanıtıdır, mekân
sentezin idealliğidir. Bu bağlamda, hem kökenini dünyadan devşiren bütünlüktür,
hem de buradakilerin kaynaşmasına götüren hiçtir. Mekân somut görü aracılığıyla
yakalanmaya izin vermez, çünkü yoktur ama durmadan mekânsallaştırılır. Mekân,
varlık kipi zamansallaştırmak olan bir varlık olmaksızın dünyaya gelemeyen
zamansallığa bağımlıdır ve zamansallık içinde ortaya çıkar, çünkü bu, varlığın,
varlığı gerçekleştirmek üzere ekstatik olarak kaybolma tarzıdır. (…)