Vücut Figürdür --ya da daha çok Figürün malzemesi. Her şeyden önce
Figürün malzemesini mekandaki --çok farklı bir şey olan--maddi yapı ile
asla karıştırmamak gerekir. Vücut bir Figürdür, bir yapı değil. Diğer
taraftan Figür de bir vücut olduğundan bir surat değildir --hatta suratı
bile yoktur. Bir kellesi vardır, çünkü kelle vücutun ayrılmaz
parçasıdır. Hatta onun salt kelle olduğu bile söylense yeridir. Portre
ressamı olarak Francis Bacon kelleleri resimler, suratları değil. İkisi
arasında çok büyük fark vardır çünkü. Çünkü surat kelleyi kaplayıp örten
yapılaşmış bir mekansal örgütlenmesidir. Kelle ise vücudun yoldaşıdır
--üstünde olsa bile... Bir ruhu olmadığı manasına gelmez bu --ama bu
vücudu olan bir ruhtur, cismanidir, hayati nefestir, hayvani ruhtur... O
insanın hayvani ruhudur: domuzuna ruh, buffalonun ruhu, itin ruhu,
yarasa ruhu... Bu Bacon'un bir portreci olarak çok özel bir projeyi
yürütmekte olduğu manasına gelir: suratı silip atmak, suratın altında
saklı kelleyi keşfedip yüzeye çıkarmak.
Vücutların başına gelen özürler de kellenin hayvani
özellikleridir. Hayvan şekilleriyle suratın şekilleri arasında asla bir
ilişki yoktur --bunlar hiçbir zaman birbirlerine tekabül etmezler.
Aslında surat şeklini şemailini çoktan, temizlik ve fırçalama
ameliyatları yüzünden kaybetmiştir bile --bunlar onu dezorganize
etmişlerdir ve bu sayede kelle orada tomurcuklanmıştır. Ama hayvanlığın
işaretleri ve özellikleri de asla hayvanca şekiller değildirler, temiz
pak kısımları ziyaret eden ruhlardır onlar: kelleyi ortaya çıkarırlar
suratın ardında, suratsız, yüzsüz bir kelleyi bireyleştirir, ona bir
nitelik kazandırırlar. Bacon'un kullandığı usullerin en başta geleni
işte bu temizlemedir ve çok özel bir anlamı vardır. Olan bir adamın
başının yerini bir hayvanın kellesinin almasıdır; ama bu da bir şekil
olarak hayvan değil şema olarak hayvandır --mesela temizlik yapılmış
bölgede uçuşup duran bir kuşun titrek şeması... Öte yandan surat
portrelerinin simülakraları bunun yanında (1976 Triptiğinde
olduğu gibi) yalnızca 'tanık' olarak işe yararlar. Bir hayvan, mesela
gerçek bir it, efendisinin gölgesi gibi olan bir şemadır. Ya da tam
tersine herifin gölgesi özerk ve belirlenmemiş bir hayvani varoluş
kazanmıştır. Gölge vücuttan kendisine barınak sağlayıp baktığımız bir
hayvan gibi kaçıp gitmektedir. Şekillerin birbirine tekabül etmesinin
yerine Bacon resminin kurduğu ayırdedilemezin, kakrlaştırılamazın
hayvanla insan arasına yerleştirdiği bir bölgedir. İnsan hayvan olur,
ama hayvan da beraberce ruh olmadan, insanın ruhuna, Eumenides ya da
kader olarak aynada sunulmuş insanın ruhuna dönüşmeksizin bu olmaz. Bu
asla bir şekiller birleşmesi değildir, tam aksine basbayağı bir olgudur:
insan ve hayvan dediğimiz sıradan olgu yani. O kadar ki Bacon'un en
belirgin Figürü eşlenmiş bir figürle başlıyor, altta yatan boğa
güreşinin üzerinde hayvanıyla sarmaşdolaş eşleşen insan.
Ayırdedilemezin bu nesnel bölgesi vücudun bütünüyle başlamalıydı
--ama tabii ten ve et olarak vücutla. Hiç kuşku götürmez ki vücudun
kemikleri de var, ama onlar sadece mekansal bir yapı... Etle kemik
arasında bir sürü ayrım yapılmıştır --hatta et-kemik ilişkileri arasında
da... Vücut ancak kemikler tarafından ayakta tutulmaktan kurtulursa, et
kemikleri kaplamayı bırakıp ikisi karşılıklı bir ilişkiye girebilirse
çıkagelecektir ?ama bunun için ikisinin de bağımsız olmaları gerekiyor:
yani vücudun maddi yapısı olarak kemikler, Figürün cismani malzemesi
olarak da et. Bacon Edgar Dégas'nın Banyonun Ardından'ındaki
(1885-86) genç kadına hayrandır --omurgası kırılmış, eti delip çıkıyor
gibi --et ise daha bir kırılgan ve titrek, daha bir hareketli ve
akrobatik. Bambaşka bir kompozisyondaki başaşağı edilmiş bir Figüründe
Bacon da benzeri bir omurganın resmini yapar. Ten ile kemikler
arasındaki bu resimsel gerilim başarılması gereken bir iştir sanki. Daha
belirgin bir şekilde söylemek gerekirse, resimdeki bu gerilmeyi getiren
etten başkası değildir --en azından renklerin göz kamaştırıcılığıyla...
Et vücudun öyle bir durumudur ki orada ten ve kemikler kompozisyona
yapısal olarak katılmak yerine yerel bir tarzda karşı karşıya
gelirler.Aynı şekilde ağız ve dişler de --çünkü dişler minik
kemiklerdir. Ette sanki ten kemiklerden damlayıp düşmektedir ve o sırada
kemikler de tenin üzerine yükseliverirler. Rembrandt ve Sutin'e karşıt
olarak işte bu tam manasıyla Bacon'a özgüdür. Eğer Bacon'da vücudun
"yorumlanması" diye bir şey varsa bunu kalkmış kolu veya kalçası orada
öyle kemik gibi duran uzanmış figürleri, etleri kemikleri üzerinden
sarkıp dökülen bir halde resmetmesidir. Böylece 1968 Triptiğinin orta
panelinde tanıkların önünde hayvan ruhlarına dönüşen uyuyan ikizler
vardır --ama kolları havada uyuyan adam serileri, tek bacağı dikey duran
uyuyan kadın dizileri, kalçaları yukarı kalkmış uyuyan ya da uyuşturucu
bağımlısı kadın figürleri... Görünüşteki Sadizmin çok ötesinde kemikler
sanki bir jimnastik aleti gibiler (iskeletimsi bir çerçeve gibi) ve
etler orada akrobatlık yapıyorlar. Vücudun atletizmi etin jimnastiğine
doğalca uzanıyor. Bacon'un eserinde düşmenin önemine tanık olacağız. Ama
çarmıh resimlerinde bile ilgilendiği işte bu dökülüp düşmedir ve batıp
giden kelle eti ifşa eder. Ve 1962'deki ya da 1965'teki çarmıhlarda
tıpkı bir koltuk kenarı ya da kemikler karkası gibi, etleri tam
manasıyla kemiklerin üzerinden dökülürken görebiliyoruz. Tıpkı Franz
Kafka'da olduğu gibi Bacon'da da omurga kemiği sanki masumca uyuyan
birinin vücudunun içine bir işkencecinin sapladığı ve derinin hemen
altından geçen bir kılıç haline dönüşür. Hatta bazan resim bittikten
sonra tesadüfi bir boya katkısıyla eğreti bir tarzda bir kemik
eklenivermiştir sanki oraya...Ama aynı şeyi --evet gerçekten tam da aynı şeyi et ve kelle için de söyleyebiliriz --yani insanlarla hayvanlar arasında karar kılamadığımız nesnel bölge için... Kellenin et olduğu nesnel olarak söylenebilir mi (yani etin ruh olduğunu söylediğimiz gibi)? Vücudun bütün kısımları arasında kemiklere en yakın olanı kelle değil mi? El Greco'ya bakın sonra da Hayim Sutin'in resimlerine. Sanki görülüyor ki Bacon bu meseleyi onlar gibi yaşamıyor. Kemik yüze aittir onda, kelleye değil. Bacon için ölünün kellesi yoktur. Kelle kemiksizdir. Ama asla yumuşak değildir --sağlam ve sıkıdır. Kelle tendir, ettir ve bir ölüm maskesi değil, kendini kemiklerden söküp alabilen ve onlardan ayrılan sıkı bir et bloğudur; bunlar William Blake'in bir portresi üstüne yapılmış etüdlerdir. Bacon'un kendi kellesi yörüngesiz çok güzel bir bakışın ziyaret ettiği ettir. Ve Rembrandt'ı da işte bununla onurlandırır: böyle bir yörüngesiz et yığını halinde son bir otoportre boyamış olduğu için... Bacon'un eseri boyunca kelle-et ilişkisi, yani etkafalılık gittikçe daha samimileşen yoğun ebat değişiklikleri geçirmiştir. Başlangıçta et (yani bir tarafta ten, öte tarafta kemik) kelle-figürünün durduğu bir çerçevenin, trabzanın kenarına yerleştirilmiştir; ama aynı zamanda bu kalın damlalı ve etli bir yağmurun, suratını şemsiyeyle kapatmış bir kelleyi kuşatmasıdır. Papanın ağzından fışkıran çığlık, gözlerinden fışkıran acıma duygusu ... bunların hepsinin hedefi ettir... tıpkı önceki iki çarmıh vakası gibi... Ve sonra etin de kellesi vardır --çarmıhtan döküle saçıla inerken... Sonra Bacon'un yaptığı bütün kelleler de etle özdeşleşmeye yüz tutarlar --ve en incelikli olanları arasında etin rengine boyananları vardır, yani kızıl ve maviye... Son olarak, etin kendisi bir kelledir ve kelle sanki etin yerelliğini kaybeden kuvveti olmuştur --mesela 1950 tarihli Bir Çarmıha Gerilme Parçacığı (Fragment of a Crucifixion). Orada artık et her zerresiyle haykırıyor ve bir it ruhu haçın tepesinden seyrediyor onu. Bacon'un bu resmini sevmemesinin nedeni sanki usulunu çok basit bir şekilde açık etmesidir --etin göbeğine bir ağız kazıverseydi mesele hallolurdu. Ağzın ve ağız içinin etle akrabalığı henüz tam manasıyla belirmemişti o sırada --kesik bir atardamar gibi atmalıydı orada veya bir atardamara batan bir şiş gibi olmalıydı... bir atardamar kesiti... Bunu Sweeney Cançekişenleri'nde (Sweeney Agonistes) buluyoruz. Ve sonra ağız o kadar büyük bir yersiz-yurtsuzlaştırma kuvvetine kavuşuyor ki bütün eti suratsız, yüzsüz bir kelleye çeviriyor. Bu artık belli, özelleşmiş bir organ değil, vücudun bütününün dışarıya kaçacağı bir delik --ve oradan ten ve etler dışarıya damlıyorlar... Bacon'un "çığlık" veya "haykırış" dediği şey: ete dokunan ölçüsüz bir acıma...
resimler : 1
Edgar Dégas, Banyonun Ardından, 1886... Kabul edilmeli ki Dégas'nın en
ilgilendiği konulardan birisi banyo sonrası çıplak kadın figürleriydi...
Benim saptayabildiğim en az onbeş "banyodan sonra" tablosu var... Ama
Deleuze'ün bahsettiği "anatomik tuhaflığı" bu resimden başka hiçbir
yerde bulamıyoruz...
Rembrandt'ın 1669 tarihli son, bitkin, sarkmış etli otoportresi...
Francis Bacon: Şahitler --dana eti ve hayvanlaşan vücut...
RESİMLER -2
Bacon --otoportre... etkafa... ve aynı anda belirsizce her yere bakabilen bakışlar...
Bacon, Muybridge enstantanelerinin yorumu --kovayla su döken kadın: ve
suyun nereye aktığına bakın... ve dört ayak üstünde yürüyebilen felçli
çocuk...
RESİMLER -3
T. S. Eliot'un şiirinden: "Sweeney Agonistes" --Sweeney'li Cançekişenler... Parçalanma, Cançekişme ve Tanıklık...
Ben bu hali sadece Deleuze'ün "duyuşun mantığı" çerçevesinde değil,
Sartre'ın "pratico-inerte" mefhumu bakımından da yorumlamaya çabalamak
gerektiğini hep düşündüm...
RESİMLER -4
Köpek... yani bir it... sahibinin sesi... sahibinin gölgesi... lağım
koklamaya hazırlanıyor... bence "efendisi" daha bir gölge... Deleuze'ün
"evcil" hayvanlardan pek hoşlanmadığını biliyoruz: "bir çocuğun sokakta
bulduğu bir kediyi eve getirip aslında her zaman beklenen bir yaratığı
getirmiş olduğunu hissettiği o meşum an..."
RESİMLER -5
Bacon: savaş çıkışı boyanmış bu resim konusunda denecek çok şey
var... her şeyden önce etin kemikten ilk ayrılışı ve mezbahadaki bir
hayvandan (buluttan?) gelen bir et yağmurunun altında suratını gizleyen
kelle... Bacon'da çok erken bir dönemde iskeletin "dışarıda" olduğu,
biçime, yapıya, yani yüze ait olduğu anlaşılıyor... bütün bir
Dölözyen-Artaud'cu "Organsız Vücut" mefhumu buradan damıtılabilir...
Çeviren: Ulus Baker