26 Kasım 2013

gilles deleuze

O halde, bireysel ruhu ve aynı zamanda kollektif ruhu kurtarmak, ama nasıl? Nietzsche, Deccal’i, ünlü Hıristiyanlığa karşı Yasa’sıyla bitiriyordu. Lawrence da Vahiy yorumunu, bir tür manifestoyla bitirir – buna karşılık bir yerde “nasihatler duası” adını verecektir: Sevmeyi bırakmak. Sevgi yargısının karşısına “sevginin asla yenemeyeceği bir kararı” koymak. Artık hiçbir şey veremeyecek, dahası alamayacak, artık hiçbir şey “verilemeyeceğinin” bilindiği noktaya, Harun ya da Ölen Adam noktasına gelmek, zira sorun başka yere, bir akışın akabileceği, ayrılabileceği ya da bitişebileceği kıyılar inşa etmeye kaymıştır. Artık sevmemek, artık kendini vermemek, artık almamak. Bu şekilde kendinin bireysel payını kurtarmak. Zira sevgi bireysel pay değildir, bireysel ruh değildir: Daha ziyade bireysel ruhtan bir Ben yapandır. Oysa bir ben, verilecek ya da alınacak, sevmek ya da sevilmek isteyen bir şeydir, bir alegori, bir imge, bir Öznedir, gerçek bir bağıntı değildir. Ben, bir bağıntı değil, bir yansımadır, bir özneyi meydana getiren küçük ışıltı, gözdeki zafer ışıltısıdır (“küçük kirli sır”, der kimi zaman Lawrence). Güneşe hayran Lawrence, bir bağıntı yaratmaya yeten şeyin, güneşin otun üstündeki huzmesi olmadığını söyler yine de. Bundan bir resim ve müzik görüşü çıkarır. Bireysel olan, ben değil, bağıntıdır, ruhtur. Ben, dünyayla özdeşleşme eğilimindedir, ama bu şimdiden ölümdür, oysa ruh, canlı “sempati” ve “antipati”lerinin arasına bir ip gerer. Kendini, kendi dışında kendinde, başka akışlarla bağlantılı olarak, bir akış, bir akışlar bütünü gibi yaşamak için, kendini bir ben olarak düşünmeyi bırakmak. Ve seyreklik bile bir akıştır, tükenme bile, ölüm bile akış haline gelebilir. Cinsel ile simgesel, aslında aynıdır, asla başka anlama gelmemişlerdir: Kuvvetlerin ya da akışların yaşamı. Benin içinde, İsa’da bir alçalış ve Budizmde bir varış yeri bulan bir yok olma eğilimi vardır: Lawrence’ın (ya da Nietzsche’nin) Doğu karşısındaki kuşkusu bundan kaynaklanmaktadır. Akışların yaşamı olarak ruh, yaşama-isteği, mücadele ve kavgadır. Mücadele ve kavga olan, akışların yalnızca ayrıklığı değil, aynı zamanda bitişikliğidir, bir kenetlenmedir. Her uyum kakışır. Savaşın karşıtı: Savaş, benin katılımını gerektiren genel yok oluştur, ama kavga savaşı reddeder, o ruhun fethedilmesidir. Ruh, savaş isteyenleri reddeder, çünkü onlar, savaşı mücadeleden ayırt edemez, ama mücadeleyi yadsıyanları da reddeder, çünkü bunlar da mücadeleyi savaştan ayırt edemez: Militan Hıristiyanlık ve barışçı İsa. Ruhun başkasına devredilmeyen payı, bir ben olmayı bıraktığımızda ortaya çıkar: Bu son derece akışkan, titrek, mücadeleci payı ele geçirmek gerekir.