01 Ocak 2014

theodor w adorno

Marcel Proust için:

Yeteneklerinden ya da zayıflıklarından ötürü, sanatçı ya da düşünür olarak
"entelektüel" uğraşlara dalan zengin aile çocukları, "meslektaş" gibi tatsız bir
sözcükle anılan kişilerle geçinmenin hiç de kolay olmadığını göreceklerdir.
Sorun sadece bağımsızlıklarının kıskanılması, niyetlerinin ciddiyetinden
kuşkulanılması ya da egemen güçlerin gizli temsilcisi olarak görülmeleri
değildir. Çok köklü bir hıncı yansıtsalar da, bu tür kuşkuların çoğu zaman hiç
de temelsiz olmadığı ortaya çıkar sonuçta. Ama direncin asıl kaynağı başka
yerdedir. Bugün zihinsel konularla uğraşmanın kendisi de "pratikleşmiş",
departmanları ve giriş kısıtlamalarıyla katı bir işbölümünün geçerli olduğu bir
ticari faaliyet haline gelmiştir. Para kazanmanın getirdiği alçalmadan
tiksindiği için zihinsel uğraşı seçen varlıklı kişi, bu gerçeği kabul etmeye
yatkın olmayacaktır.

Bunun için de cezalandırılır. Bir "profesyonel" değildir; bu yüzden, kendi
konusunu ne kadar iyi bilirse bilsin, hevesli amatörler sınıfına yerleştirilir
rekabetçi hiyerarşi içinde; ve kariyer yapmak için de at gözlüğü takmak, en
katı, en duyarsız uzmandan bile daha uzmanca davranarak kendi konusunun içine
hapsolmak zorunda kalır. En çok öfke uyandıran şey, ekonomik durumu sayesinde
bir ölçüye kadar gerçekleştirebildiği işbölümünü askıya alma isteğidir: Toplumun
dayattığı işlemleri onaylamaya çok yatkın olmadığını sezdirir bu istek, oysa
otoriter yeterlilik anlayışı da bu türden tuhaflıklara izin vermez. Resmi bir
sözleşmeye bağlı olmadan çalışan zihni ortadan kaldırmanın yollarından biridir
düşüncenin departmanlaştırılması. Üstelik hiç zor değildir bunu yapmak, çünkü
sırf yaptığı işten zevk almakla bile işbölümünü yadsımış olan kişi, bu
çalışmanın standartları açısından birtakım açıklar vermiş olacaktır, kendi
üstünlüğüyle bağlantısız olmayan açıklar. Böylece korunur düzen: Bazıları başka
türlü yaşayamayacakları için oyuna katılmak zorunda kalır, başka türlü
yaşayabilecek olanlar da oyuna katılmak istemedikleri için dışarda bırakılır.
Bağımsız aydınların terk ettiği sınıf, kendi taleplerini tam da kaçakların
sığındığı alanın içinden ortaya sürerek öcünü almaktadır sanki.